Psk.Bedriye Dilara Şimşek

Psk.Bedriye Dilara Şimşek

Psk.Bedriye Dilara Şimşek

Psk.Bedriye Dilara Şimşek

Bizim Biricik Bilinmezliğimiz

Bu yazıda, tam da yazı başlığına uyumlu olacak şekilde biraz daha doğaçlama şekilde yazıyor olacağım. Ne gibi bir “katkı” sunacağından emin olamadığın bu yazıyı ilk cümlesinden sonra hala okumaya devam ettiğine göre, gerekli dozda maceracılık ve insanî merak barındırdırıyorsun demektir. Öncelikle bunun için tebrik ederim. Bu yazıda, bir süredir zihnimde dönüp duran belirsizlik konusunu ele almak istiyorum. Belirsizlik ve psikolojik durumumuza etkilerine dair derinlikli yazı ve konuşmaların, en çok pandemi döneminde karşıma çıktığını hatırlıyorum. Ve şu tarz cümleler söyleniyordu: “Belirsizlikle başa çıkmak için”, “belirsizliğin getirdiği stresi göğüslemek” ve benzeri şeyler. Sanki belirsizlik pandemi dönemine özgü bir şeymiş de bu virüsün “henüz bilinmez” olan etkilerinin bizlerde yarattığı stres belirsizlik meselesinin temelinde duruyormuş gibi…



Belirsizlik hayatın her anında, doğal akışın bir parçası değil miydi aslında? Yani hani biz GPS kullanmadan önce bazen yolumuzu kaybedip yeni yerler keşfet miyormuyduk? Hani insanlar eskiden, bir tariften milim milim neyi nasıl yapacaklarını öğrenerek değil de, evdeki malzemelerden tarif uydurup yemek yapmıyorlar mıydı? Şimdi biraz düşünmenizi istiyorum böyle belirsizliklerin daha çok olduğu ama gelişmiş teknoloji ve bilgi kaynaklarıyla artık haddinden fazla belirginleşen neler var hayatınızda? Deneme, tecrübe etme, yanılma ve belki o hatadan da dönmeyi bilmek ne kadar da mağara işi bir şey olarak görünmeye başladı gözümüze. Dolayısıyla hata yapmak, yapılan hata sonrası telafi etmek gibi süreçlere pek aşina değiliz. Neredeyse hemen her zaman, ilk kez yaptığımız bir şeyde başarılı olmayı da kendimizden bekler olduk. Bu da tam olarak, mükemmelliyetçilik furyası demektir. 



Mükemmelliyetçilik denilen şeye psikodinamik terapi ekolü nasıl yaklaşıyor diye bakalım isterim. Süperego çok katı olduğunda, kişi kendisine acımasızca baskı uygular ve asla yeterli olmamak gibi bir duyguyu neredeyse durmaksızın hisseder. Peki süperegoyu katı yapan gelişimsel koşullar nelerdir? Çocuk, erken dönem bakımvereni olan ebeveynle yaşanan ilişkileri, zihninde “içsel nesneler” olarak kodlar. Eğer bakımveren çok talepkâr, koşullu sevgi veren ve memnun olmayan bir imaja yakın ise çocuk, ilerleyen dönemlerde de kendisine bu içselleştirdiği tavırla yaklaşabilir. Kendisine karşı hata kabul etmez ve acımasız olabilir. Bakımveren diye tabir ettiğimiz şey psikolojik bir terimdir. Biyolojik ebeveyninin kim olduğuna göre değil çocuğun gelişimsel sürecinde ona en çok eşlik edenin ne olduğuna, kim olduğuna işaret etmektedir. Bu perspektiften yaklaşırsak, artık bazı kişilerin en aktif bakımvereninin teknolojik cihazlar olduğu ortaya çıkacaktır ki bu distopik bir film sahnesinin yarattığı etkiyi yaratacak kadar ilginç bir durumdur. Teknolojik bir cihazın dilinde belirsizliğe yer yoktur. Her şey, insanın sürdüremeyeceği derecede mükemmel bir halde, tasarlandığı şekilde ilerler. İnsan canlısı, kendisiyle bu sürekli etkileşimde olduğu cihazlar arasında kıyaslamayı otomatik olarak yapar. İster istemez kusurlu, bir günü bir gününü tutmayan, duyguları olduğu için kafa karışıklığı yaşayan, gelişim dönemlerine göre farklı dürtü ve arzuları olan, vasat bir varoluş sergilemektedir. 



Günümüzde her türden belirsizlikler, bilinmezlikler, ancak yaşanarak öğrenilebilecek insanî detaylar artık birer tehdit gibi görünmektedir. Sanki her adımda insana ne kadar vasat bir yapı olduğunu hatırlatmakta, narsistik incinmelere yol açmaktadır. O yüzden tüm belirsizlikler yok edilmeli, her şey kristalize bir netlik kazanmalı, tüm dünyanın en eşsiz varlığı olarak tanımlanagelmiş insan algısına layık bir benlikle yola devam edilmelidir. Bu tarz bir propagandayı iç dünyamızda 7/24 taşıdığımızı düşününce kendimize acımamak çok zor, değil mi?



Tüm bu “mükemmel” ve bilinmezliklerden arındırılmış hâl, aslında bizimki gibi ülkelerin şehirlerinde, büyükşehirlerinde veya metropollerinde yaşayan insanlar için daha çok geçerlidir. Çünkü kırsalda, toprak bu yıl yeterince hasat vermemiş, hava durumu gerektiği şekilde ilerlememiş, hayvancılık yapan birisi için hayvan hastalığı baş gösterdiği için işler umduğu gibi gitmemiş olabilir. Dolayısıyla hayat tüm riskleri, heyecanları ve gerçekliğiyle devam ettiğinden zihin buna dair daha tecrübeli ve kişi tek bir hatayla dağılmayacak kadar özgüvenlidir. Bu durumda hayat akışından belirsizlikleri çıkartmak, aslında tam anlamıyla mümkün olmadığına göre ya sizi yaşamak üzere bi fanusa alacağız ya da insan canlısını zihinsel çevikliğine katkıda bulunan belirsizilk unsurlarına gelişimsel olarak maruz bırakacağız. 



Yazının bu kısmına kadar geldiyseniz, bu hayatsal belirsizliklerin/bilinmezliklerin insana kattıklarını artık görmezden gelmediğinizi sanıyorum. Bu durumda, insana hayata dair tecrübeyi, özgüveni ve zihne oryantiring etkisini veren her ne ise insanların asıl buralardan büyüyüp güçleneceğini söylemek, pek de yanlış olmayacaktır. Burada durup düşünmenizi isterim: Sizin hayatınızdaki belirsizlik kaynakları neler? Şimdiye kadar kaynak olarak görmediğiniz, belki tamamen tehlike veya en iyi ihtimalle gereksiz pürüzler çıkardığını düşündüğünüz o alanlar neler?



Bana öyle geliyor ki, bu insanî kırılganlığı deneyimlemek insanın kendisini tanımasını, gerçekçi sınırları fark edip sorumluluk alan bir birey olmasını destekliyor. Her şeyden önce, yer yer rahatsız edici hissettirse de, zorluk yaşatsa da, kişinin bir hayat hikayesi olduğunu kanıtlayan anlar, bu belirsizlik alanlarından besleniyor aslında. Aktif olarak hala bilinmez ve dolayısyla kontrol altına alınarak mükemmeleştirilemez şeyler, insan olarak sınırlı gücümüzü kabul etmek ve bunları tecrübelerimiz olarak kodlamak dışında bir seçenek bırakmıyor. 



Hadi bize insan olarak belirsizliğin de hayatın bir parçası olduğunu anlatan alanlar arasında neler var, bir bakalım. Sanatsal etkinlikler ilk durak çünkü sanat mantıktan ziyade hislerimizin de dahil olduğu bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Yaratıcılığın da aslında bilinmezlik sayesinde canlılığını koruyabildiğini fark ediyorum, bunu yazarken. Sporla ilgilenmek aynı şekilde, topun yuvarlak olduğunu, rüzgârın istediğimiz yönden istediğimiz kuvvette esemeyebileceğini ve her şeyi kontrol edemeyeceğimizi deneyimleten başka bir alan. Bu noktada spor yapanlar kadar, spor aktivitelerini takip edenler de bu öğretinin rüzgârından kendine düşeni alıyor elbette ki. Geçenlerde dünya şampiyonluğunu ucundan kaçıran milli takımlarımız, izleyici olarak hepimize maç sonucunun belirsiz olduğunu deneyimlettiler aslında. Bahsedebileceğim diğer bir alan ise insani ilişkiler. Çünkü bir ötekinin sizi sevmesini, umursamasını, beğenmesini veya bazen takdir etmesini ne yaparsak yapalım sağlayamayız. İş yerinde harikalar yaratıyorsunuzdur örneğin ama asla takdiri toplayamazsınız. Veyahut ona deliler gibi aşıksınızdır ama o sizi görmez bile. Hatta daha ortalama bir şey söyleyelim: Arkadaşınızla aranızın çok iyi olduğunu düşünürsünüz ama o artık eskisi kadar sık görüşmek istemediğini söyleyebilir. Bunlar dile kolay, kaldırması zor olabilecek, duyguları yoğun deneyimlerdir.



Bütün insanî deneyimlerin atmosferine karışmış o bilinmezlik, ona ne kadar çok kucak açarsanız o kadar daha özgüven bahşeder size. Yorar, yıpratır ama kuvvetlendirir, kimlik verir bize.  O halde, hayatta daha nice bilinmezlere.

Uzm. Psk. Bedriye Dilara Şimşek